GELECEĞİN CİNSİYET ALGISI
- sociusinsights
- 26 Oca
- 2 dakikada okunur
Toplumsal cinsiyet rolleri son yıllarda sorgulanmaya başlanırken, “cinsiyetsizlik” kavramı daha fazla gündeme gelmeye başladı. Bu kavram, bireylerin kimliklerini ifade etme biçimlerini değiştirirken kadın ve erkek arasındaki keskin sınırlarla çizilmiş normları da ortadan kaldırıyor. Bu normlar, yerini daha akışkan bir zemin ve bireysel bir anlayışa bırakıyor. Cinsiyetsiz kimlik, bireylerin ne tamamen erkek ne de tamamen kadın olarak tanımlanmasını öngörüyor.
Bir kesim bu durumu bireysel özgürlük olarak değerlendirirken, diğer kesimler bunu toplumsal düzene yönelik bir tehdit olarak algılıyor. Toplumsal cinsiyet, kimlik inşasında önemli bir araçtır. Ancak kadınlık ve erkeklik kavramlarının tamamen ortadan kaldırılma isteği, beraberinde kimlik yoksunluklarını getirebilir. Sürekli “Ben kimim?” sorusunun peşine düşmek, kaygı ve depresyon başta olmak üzere bir dizi psikolojik soruna yol açabilir.
Kadınlık ve erkeklik kavramlarının yitirilmesi, uzun yıllar boyunca toplumlar tarafından inşa edilen düzeni de sarsmaya devam edecektir. Bu kavramlara bağlı ritüeller, sanat eserleri ve gelenekler yavaş yavaş anlamını yitirebilir. Bu durum, kültürel mirasımızın silinmesine neden olabilir. Ayrıca, bazı kesimlerin bu dönüşümü desteklerken diğer kesimlerin karşı çıkması, toplumu kutuplaştırma riskini beraberinde getirmektedir.
Toplumsal düzen büyük ölçüde normlara dayanır. Bu normların belirsizleşmesi ya da ortadan kalkması karmaşa yaratabilir. Bireysel yapılanmaların artışı, kolektif yapılanmayı ikinci plana iterken, bunun en somut etkilerinden biri aile kurumu üzerinde görülebilir. Aile, sadece bir arada yaşanan bir yapı değil, aynı zamanda kültürel mirasın aktarıldığı temel bir kurumdur. Kriz anlarında bireyin destek bulduğu bir yapı olan ailenin işlevini yitirmesi, toplumsal dayanışmanın azalmasına neden olacaktır.
Aileyi kökten değişime iten bu hareketlenme, bireyi özgürleştirmeyi amaçlarken toplumsal bağların zayıflamasına, güven, aidiyet ve huzur çemberinin kırılmasına yol açabilir. Türk toplumu için aile, toplumsal köklerin salındığı bir zemin niteliğindedir. Bu zeminin tamamen kaybolması ya da değişmesi durumunda, geriye kim olduğumuzu hatırlatacak bir çınar mı kalacak, yoksa yalnızca koca bir boşluk mu oluşacak?
Belki de asıl mesele, köklerimizi koparmadan yeniden nasıl yeşertebileceğimizi bulmaktır.
Commentaires